Yoğun bir şekilde son 10 yıldır özellikle Amerikan-İngiliz dizi ve filmlerde LGBT meselesi işleniyor ve bu durum farkına çoğu zaman varamayacağımız bir şekilde meşrulaştırılmaya çalışılıyor. LGBT'liler dizi ve filmlerde hakkını arayan, mazlum, ezilen, onurlu bir role bürünmüş bir halde gösterilip karakterli bir davranışla gözümüze şirin gösterilmeye çalışılıyor.
Hatta filmin baş rolündeki kişi LGBT'leri ezip, hor görüp onları sevilecek bir pozisyona sokuyor. Bu konuya dikkat edin. Bu yaklaşık 10 yıldır çok yoğun bir şekilde işlenen bir program. Yaklaşık 10 yıldır diyorum çünkü bu propagandanın temeli çok eskilere dayanıyor. ''The Children's Hour'' - Tehlikeli Fısıltı (1961) (Filmin Türkiye'deki karşılığı, çevirisi bu şekilde ben çevirmedim, ''Çocukların saatin''i ''tehlikeli fısıltı'' diye çevirmişler) ''My Beautiful Laundrette'' - Benim Güzel Çamaşırhanem (1985), ''My Own Private Idaho'' - Benim Güzel Idaho’m (1991),''Paris Is Burning'' - Paris Yanıyor (1990), Philadelphia (1993), ''Boys Don't Cry'' - Erkekler Ağlamaz (1999), ''All About My Mother'' - Annem Hakkında Her Şey (1999), ''Happy Together'' - Mutlu Beraberlik (1997), gibi fimlerle yıllardır LGBT propagandası yapılıyor.
Son yıllarda ise LGBT temalı bir çok film yapıldı, bunlardan bazıları; ''Hedwig and the Angry Inch'' (2001), ''Laurence Anyways'' (2012) oldu. Diğer filmlerde de ciddi göndermeler yapılıyor, bu filmlerin genel konusu LGBT, yoksa diğer dizilerde ve filmlerde illa kısa kısa arada göndermeler yapılıyor. Bilinç altımıza ''bunlar mağdur yaaa, yazııık'' diyeceğimiz mesajlar veriliyor. Yukarıdaki bazı filmler o kadar etkili olmuştur ki ABD’de yasa değişikliği yapılmasına bile neden olmuştur.
Geçtiğimiz günlerde Amerika'da bir yasa geçti, eşcinsel evlilik ABD'de yasallaştı bir çoğunuz duymuşsunuzdur bu haberi. Önce dizilerle ve filmlerle meseleyi yumuşattılar sonra insanlara bunları kabul ettirdiler ve bu işi yasallaştırdılar. Türkiye'de ve dünyada bu işler bu şekilde yürüyor. 2-3 yıl evvel AVEA logosu değiştirdiğinde kimse kıllanmamıştı. Bu renkler her yerde gözümüze gözümüze bilinçli bir şekilde sokuldu.
Avrupa'da lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender (LGBT)'lerin durumu ülkeden ülkeye değişiklik gösteriyor. Dünyada eşcinsel evlilikleri yasallaştıran 10 ülkeden 8'i örnek aldığımız, kriterlerini uygulamaya çalıştığımız Avrupa'da bulunuyor, 14 ülkede medeni birliktelik ya da diğer bir tür eşcinsel birliktelik tanımasını yasalaştırıldı son yıllarda.
Moda denen lanet olası şey ile erkekleri kadın gibi, kadınları da erkek gibi giyinmeye ve davranmaya teşvik ediyorlar yıllardır ve bunun da ürününü topluyorlar. Kadınların erkekler gibi erkeklerin de kadınlar gibi konuştuğuna ve davrandığına ilk defa bu yazıda karşılaşmış olamazsınız değil mi? Çevrenize bir bakın… Moda hastalığı yüzünden erkekler topuklu ayakkabı ve kadınsı kıyafetler giymeye başladı, kadınlarda erkeksi olmaya başladı yıllar önce. En basit örnek; erkeklerin küpe takması, kadınların pantolon giymesi bunlar 20 yıl evvel yadırganırdı, cesaret dahi edilemezdi. Geldiğimiz nokta da burası; "Ne var yani taksın ne olacak, ne yani giyemez mi sana ne!?" Ciddi bir yönlendirme/operasyon söz konusu. Bunlar bilinçli olarak yapılıyor. Yıllar sonra LGBT sayısı çok ciddi artış gösterecek.
Dizilerle, filmlerle, reklamlarla bu işleri yapıyorlar. Çocukları yetişkin gibi giyinmeye yaşlıları da genç gibi göstermek için çaba sarfediyorlar ve bunun böyle olduğunu böyle olması gerektiğine bizleri inandırıp tüketim hızını artırmaya ve dünyanın gelecek 100 yıldaki demografik, sosyolojik ve psikolojik alt yapısını hazırlıyorlar bütün bunlarla.
Moda deyince aklımıza ne geliyor?
Öncelikle modanın iyi bir şey olduğunu sanıyorsak, aklımıza yenilik, güzellik, şıklık gibi bir takım şeyler gelecektir fakat modanın ne kadar iğrenç bir şey olduğunun farkına varmışsak aklımıza gelecek şeyler iyi bir şey olduğunu sanananların aklına gelen şeylerle tamamen ters olacaktır. Moda Latince'de "modo" kelimesinden gelmekte ve "hemen şimdi" anlamı taşımaktadır.
Moda dediğimiz şey tüketimin kendini en harika şekilde gerçekleştirebilmesinde bir araçtır. Moda ne yapıyor? Bak güzel kardeşim moda, seri şekilde üretilen ürünlerin hızlı bir şekilde, ürünlerin eskimesini beklemeden, insanların zihninde onları eskiterek, artık o ürünlerin kullanımdan düştüğü düşüncesini insanlara aşılayarak tüketimi gerçekleştirir.
Televizyonda düzenlenen moda programlarıyla beyinler öylesine yıkanır ki, zihinler öyle kirletilir ki başka meselelerin insanlar farkına bile varamaz. Toplum yavaş yavaş hassasiyetini yitirir günümüzde olduğu gibi.
Moda, bir imaj çizer. Herkesi bu modele şartlandırır. Bu şekilde de üretilen malzemeleri tüketmeye çalışır. Ve moda sektörü böylelikle kasasını doldurur. Medya, reklâmlarla beyinleri yıkayarak, “tüketim” ideolojisi içinde, moda ile ilgili imajları sürekli topluma pompalar. Modayı takip eden insanlar adeta onun kulu kölesi olmaktadır. Modacı tabiri caizse kendini ilâh, takipçilerini de kul yapmaktadır.
Dikkat edilirse her sene ve hatta her mevsim renkler, desenler, kumaşlar, şekiller baş döndürücü bir hızla değişmektedir. Eşyalar eskimediği, yıpranmadığı, fonksiyonlarını kaybetmediği halde “moda psikolojisi” onların papucunu dama atmaktadır. Bu sene modacılar ne emrederse, - tabiri caizse ''modanın kulları'', tutkunları harfi harfine onu uygulayacaklardır.
Oscar Wilde modayı şöyle açıklıyor; "Moda o kadar iğrenç bir şeydir ki, insanlar ona ancak 6 ay dayanabilirler." Prof. Dr. Teoman Duralı Hocamız da şu şekilde izah ediyor modayı kısaca; "Moda olan ne varsa tiksindiricidir. Taklittir çünkü, taklit son derece aşağılık bir şeydir." İsmet Özel de noktayı koyalım; "Hayatından modayı ve modacıları atıp çıkaracak dirayeti gösteremeyen kimselerden insanlık adına herhangi bir şey bekleyemeyiz."
Daha çok şeye sahip olmakla daha mutlu olacağımız yönünde ciddi bir propaganda yapılıyor. Reklamlarda bize dayatılanlarla bambaşka insanlar olacağımız yanılsamasını yaşıyoruz. Modern kapitalizm insanları kandırarak daha fazla mal satıp kendini yamayarak ilerliyor. Mesele derin, her taraftan saldırıya uğruyoruz, gözümüzü açmamız gerekiyor. Benim uyarım budur; gözümüzü açmamız gerekiyor. Sadece hayatta kalmakla yetinmemeliyiz, vakit varken aldırmalıyız.