28 Ocak 2016 Perşembe

Sorun Tesbiti


‘’Bizim zamanımızda’’ diyerek söze başlamıştı ihtiyar,
Kızıl gök laciverte koşarken türküler söylenir,
Kadınlar ekini iştahla biçerler,
Selâmladığı toy kuşlar sonbaharı getirirmiş.
Uykularına cenk masallarıyla dalıp;
Kılıç kuşanıp dörtnala düşman kovalarmış rüyalarında,
Bense doksan artılarda takımı kurtaran golü atıyorum
Burada bir sorun var.

Çinlileri öldürecek kadar mermi yoksa cebimde
Burada bir sorun var.
Yalan söylüyorsam şaka da olsa
Annem hiç gülümsemiyorsa
Bir işe giremediysem hâlâ
Bir sigara daha yakıyorsam
Burada bir sorun var.

Beni bekleyen hayat için hayırlısı diye başlayan cümleler kuruyor annem,
Bütün ihtimalleri cebime koymak vaktimi alsa da
Benim payıma hep âmin demek düşüyor.
Burada bir sorun yok.

Gece gündüzü taklit ediyor
Burada bir sorun var.
Yağmur yağdığında asfalt kokuyor ve beton
Burada da.
Aradığımız kişi bir başkasıyla görüşüyorsa
Yalnız kaldırımlar sana eşlik ediyorsa
Yetersizse bakiye ve otobüsteki herkes düşmanınsa
İçindeki çocuk kanayan yaraların müsebbibini kınayan adamlardan
Bir medet umuyorsa hâlâ
Burada bir sorun var.

‘’Sen mi kurtaracaksın bu memleketi’’ diyor yanımdaki arkadaş
Elimi çeneme koyup uzaklara dalıyorum
Burada bir sorun var.
Münker ve Nekir rüşvet kabul etmez dediğimde
İmamın aforoz eden bakışlarına maruz kalıyorum
Burada da.

Çocuklara masraf gözüyle bakılıyorsa,
Neşe değilse,
Umut değilse,
Bereket değilse çocuklar,
Susmak hiçbir şeyi değiştirmiyorsa,
Burada bir sorun var.




27 Ocak 2016 Çarşamba

Cennet Kaç Bonus?

Bonus kart reklamını izlediniz mi? Hani vitrinin önünde bir anne bir baba bir de çocuğun olduğu... Bana 2 kere denk geldi...
Bakın çocukları reklamlarda adice kullandıkları yetmiyormuş gibi bir de alttan alta öyle mesajlar veriyorlar ki, yıllarca bu tarz reklamlara yayınlara maruz bırakılınca insanlar kredi kartını normal bir şeymiş gibi kullanıyorlar. Bu durum diğer şeyler için de geçerli tabi ki.
Çocuk diyor ki reklamda;
- Harcadıkça bonus kazanıyorsun baba.
Anne diyor ki;
- O bonuslarla son model telefon alıyoruz bana.
Çocuk giriyor yine araya;
- Ünlü gibi yaşıyorsun baba.
Baba diyor ki;
- Tamam bonus bir aile oluyoruz.
Son olarak kadın şunu ekliyor;
- Kudret ben sana yeniden aşık oluyor galiba.

Kahpeliği görebildiniz mi?
Herif kredi kartı denen pisliğe bulaşacak, çocuk bunu istiyor, anne bunu istiyor. Harcamak, tüketmek özendiriliyor, ünlü gibi yaşatmak yani özel hayatın olmadığı, lüks hayata düşkün, modaya düşkün bir yaşam aşılanıyor. Yaşasın kapitalizm.
Adam anne ve çocuğun yoğun istekleri neticesinde diz çöküyor ve kadın herife ''sana yeniden aşık oluyorum galiba'' diyor.
Aşkı ne hale düşürdüklerini, herifin kendisine ait olmayan, kazanmadığı parayla, faize bulaşmasıyla kadının kocasına yeniden aşık olması vurgulanıyor.
30-40 saniyelik reklamdaki felsefeye bakar mısınız? İşte gâvur gibi yaşamaya bu şekilde özendiriliyoruz.

Bir başka reklamı ele alalım. Geçen yine ne olup ne bitiyor insanları nasıl uyutuyorlar, alttan alta neler pompalanıyor bir göz atayım diyerek açtım yine televizyon denen pisliği...
Bir kadın yürüyor, yarı çıplak bir şekilde yürüyor, yırtmaçlı bir elbise var, yürüyor, binaların arasında yürüyor, sürekli bir kadın ve lüks bir yapıt var... Çok şaşırdım acaba dedim bu reklam ne reklamı...
40-45 saniyelik reklamın sonunda 2 saniye vurgu yapılıyor, otel reklamıymış. Bence otelden ziyade o reklam o kadının reklamıydı. Niyeyse feministler bir kadının kocasına karşı, kutsalına karşı isyan etmesini aşıladılar yıllarca, erkeklerle aynı mekanlara sokuldular, toplumda kadınlar geri planda dediler, her yere soktular kadınlarımızı, başörtülü hakemlerimiz, kırmızı rujlu başı örtülü spikerlermiz falan oldu hamd olsun. Feministler gelir eşitsizliği vurgusu yaptılar, fakat kadınların adi bir şekilde reklamlarda kullanılmasına nedense seslerini çıkarmıyorlar. Niye?
Çünkü tüketim kültürü kadınlar ve çocuklar üzerinden işletiliyor. Müslüman kızlara, kadınlara çok iş düşüyor. O çocuklar iyi yetiştirilmeli, onlar bizim geleceğimiz. İhtiyaç olmayan şey alınmamalı, kadınlar kocalarından helâl lokma istemeli.
İsmet Özel'in sözüyle kapatalım; ''Kadınlar kocalarına “ben senden yüksek gelir değil, sadece helâl para kazanmanı istiyorum” dese Türkiye’nin yüzü değişir.''



25 Ocak 2016 Pazartesi

Biliyorsun Ama Yapmıyor Musun?

Merhaba diyeyim öncelikle. Bilen bilir "merhaba" demek; "benden size zarar gelmez" demektir. O yüzden herkese merhaba... Hemen konuya dalalım. Okuduğumuz kitaplar bizi değiştirmiyorsa onları neden okuyoruz? Hem kitap okurken vakit harcayacağız hem de okuduğumuz kitap bizi değiştirmeyecek, mantıklı bir iş midir bu? Bakın bu var ya kitap okumamaktan daha kötü bir şeydir. En azından kitap okumayan adam kitapla vakit kaybetmiyor. Sen hem saatlerce vakit harcıyorsun hem de okuduğun kitap işe yaramıyor. Düşünün mesela Kur'an okuyorsunuz ama ayetleri fıss geliyor, umursamıyorsunuz, etkilemiyor sizi, hayatınıza yansıtmıyorsunuz okuduklarınızı, Allah'ı ciddiye almıyorsunuz, patronun kuralları, devletin dayatması ağır basıyor onların dediklerinden dışarı çıkmıyorsunuz falan...

Mesela İsmet Özel okuduğum için, okumanın hakkını verebilmek adına, samimi olmanın ne demek olduğunu iyi bildiğimden, layık olabilmek için, öğrendiklerime ihanet etmemek için bir kaç seçimde oy vermemem gerektiğini düşündüm ve oy vermedim, vicdanım el (oy) vermedi. Çünkü İsmet Özel okuyup, anladığını söyleyip gidip oy kullanmak çelişkili olur. İsmet Özel okuyup teknolojinin kölesi olmak, İsmet Özel okuyup turizmi teşvik etmek, İsmet Özel okuyup Amerika'yı sevmek, Amerikan
malları kullanmak, iktisada dayalı bir zihin yapısına sahip olup hayata parasal açıdan bakmak kabul edilebilir şeyler değildir (Müslümanca bir şey de değil zaten bu).

Mesela hem Bülent Akyürek okuyacaksın hem de onlarca pantolonun olacak, onlarca şalın eşarbın olacak, teknolojinin esiri olacaksın, dışarıya çıktığında her gördüğün şeyi isteyeceksin, sürekli tüketeceksin, kozmetiğe para harcayacaksın, içindeki öküze oha demeyeceksin falan? Bunlara dikkat etmiyorsan, niye okudun Bülent Akyürek ağabeyi?
Bülent ağabey "Müslüman mutlu olmaz" diyor mesela, Bülent ağabey'in katıldığı 3-4 TV programı var, verdiği konferanslar var, videolarına bakın youtube'tan; üzerinde hep aynı kıyafeti görürsünüz. Fakat sen hem bu adamı okuyorsun hem de pişmiş kelle gibi sırıtıp fotoğraflar çektirip, mahremiyetin anasını ağlatıp onlarca fotoğraf koyuyorsun facebook'a instagram'a falan, mutsuz olduğunu düşünüp AVM'de alıyorsun soluğu ve ihtiyacın olmayan şeyler alıp tüketim kültürüne hizmet ediyorsun...

Kitap okuyup vakit kaybetmeyin en iyisi, hayatınıza yansımayacaksa okuduklarınız, etki etmeyecekse inanın okumaya hiç gerek yok. Vakit kaybetmiş, bildiği ile amel etmeyen zavallı olmanızı hiç istemem.

Kimse bedel ödemeye yanaşmıyor. Herkes filmin sonunda bedel ödeyip can veren o kahramana imreniyor, kendini onun yerine koyuyor, kahraman olmak istiyor lâkin kimse ölmeyi göze alamıyor.

Cennete gitmeyi istiyoruz fakat lüks içinde yüzüyoruz, pahallı kıyafetler, arabalar, ayakkabılar, takılar, avizeler, koltuk takımları, akıllı telefonlar televizyonlar içinde, teknolojinin kölesi olmuş bir durumda, tüketerek ama sadece tüketerek, aslımızdan kopuk bir şekilde yaşıyoruz. Piyasada hadisleri inkâr edenlere kızıyoruz ama hadislerin bizim de hayatımızda yeri yok aslına bakacak olursak. Mesela memurlar hiç ayaklanmadılar biz jiletle tıraş olmak istemiyoruz diye.

Kadınlar başörtüsü mücadelesi vermişler falan şuan TV'de kapalı spiker rujlu dudaklarıyla haber okuyor, başı kapalı basketbolcularımız, hakemlerimiz, bankacılarımız, siyasetçilerimiz falan var. Tövbe etmemiz gereken durumlara şükreden zavallılar var.

Cennete nasıl gideceğiz? ABD'nin köpekliğini yapmanın adını "stratejik ortaklık" koymuşuz. Afganistan'da, Irak'ta ABD'ye karşı savaşan mücahidler mi gider cennete yoksa biz mi?

Komşumuzu bile tanımıyor iken, aç mı tok mu bilmiyorken, selam vermeye dahi çekinen bir
adamken nasıl cennete gideceğiz? Somali'de her gün çocuklar açlıktan ölüyor ve biz bundan sorumluyken nasıl olacak? O kafe senin bu kafe benim gezip, deli gibi sürekli fotoğraf çekilerek yaşamak nereye kadar? İnsan yediği yemeğin fotoğrafını çekip sağa sola koyup görgüsüzlük yapar mı? Yapıyoruz işte. Somalili çocuklar aklımıza bile gelmiyor.
Suriye'de, Irak'ta, Afganistan'da binlerce çocuk öksüz ve yetim kaldı, bunun hesabını
nasıl ödeyeceğiz?
Olması gerekenleri söyleyen adamlara deli denilen bir çağdayız. Tarantula yaftasını göğsümüze yazdırmanın vakti geliyor.
Selam ve dua ile.


Not; öleceğiz.


15 Ocak 2016 Cuma

Hey Türk Gençliği


Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli şudur;
devletin malı deniz yemeyen keriz.
Bu temel senin en kıymetli felsefendir
karşı çıkanlar ezilmeli ve hor görülmelidir.
İktidar sahipleri şahsi menfaatlerini el üstünde tutabilirler ama sen aldırma
iktidar sırası bize de gelecek nasıl olsa.
Cebren ve hile ile bütün sınav soruları çalınmış,
bütün çay ocakları kapatılmış,
devlet adamları kandırılmış ve saf olabilirler,
bütün koşullar daha kötü olmak üzere,
anadolunun dört bir köşesinde elektrikler kesilebilir,
Avm'lerde indirim günleri kaçabilir
hatta selfie çeke çeke şarjın tükenebilir,
durumunu güncelleyemeyebilirsin
fakat korkma elektrikler er ya da geç gelecektir.
Hey Türk istikbalini evladı
muhtaç olduğun wifi Avm'lerde ve kafelerde mevcuttur.

7 Ocak 2016 Perşembe

Türkiye’yi Bekleyen BÜYÜK Tehlike


Yunanistan 2012 Bulgaristan 2015 yıllarında neden Türkiye sınırına duvar örmeye başladı?
Yunanistan ve Bulgaristan’a duvar örülmesinin iki nedeni var bizim açımızdan;

1- Türkiye’yi AB’ye hiçbir zaman almayacaklar.
2- Afrika’dan ve Ortadoğu’dan gelecek göç dalgasına karşı Türkiye’yi tampon bölge olacak kullanacaklar.

Yunanistan 3 yıl önce 12.5 km uzunluğunda tel örgüden bir duvar inşa ederek, termik kameralarla kontrol altına almaya başlamıştı sınırını, sonra Bulgaristan da Türkiye sınırına duvar örme kararı aldı. Ekonomisi perişan halde olan bu iki ülkeye AB ve Dünya Bankası kredi veriyor bu duvarları inşa etmeleri için. Yunanistan’ın inşa edeceği duvar 4 milyon $ civarında.
Bulgaristan başbakanı Bojko Borisov gerçekleşen balkan zirvesinde üç ülkenin mültecilere karşı sınırlarını tümden kapatma kararı aldıklarını açıkladı.

Bulgaristan ile birlikte sınırlarını kapatan diğer iki ülke ise Sırbistan ve Romanya. Yunanistan İçişleri Bakanı Chrysochoidis, Türk-Yunan sınırında inşa edilen duvarın 3-4 ay içinde biteceğini belirtti.
NASA’nın yaptığı 2001 yılında yapmış olduğu açıklamaya göre Türkiye 2040 yılında çölleşiyor.
2001 yılının istatistiksel verilere göre, ülke yüzeyinden bir yılda yaklaşık 1.4 milyar ton toprak erozyon nedeniyle kaybediliyor. Sadece tarım alanlarından kaybedilen verimli toprak miktarı ise yaklaşık 500 milyon ton/yıl civarında bulunuyor. Bu topraklarla birlikte mineral ve organik madde de kaybediliyor.

Son 40 yılda ise Anadolu’da Van Gölü’nün yaklaşık üç katı büyüklüğünde, 1 milyon 250 bin hektarlık bir alan çölleşti. Türkiye’nin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir’in 25 katı büyüklüğünde sulak alan yok oldu. Eğer böyle giderse 2055 yılında Türkiye tarım yapılamayacak hale gelecek. Haliyle Amerika’daki gibi insan yaşamının sürebilmesi için GDO’lu ürünlerin tüketiminin kaçınılmaz olduğu söylenmeye başlanacak. GDO’lu ürünler konusuna bu yazıda girmeyeceğim, o bir başka yazının konusu olacak.

Tarım yapabilmek için en az 40 santim kalınlığında toprağa ihtiyaç duyuluyor. Bu toprak  ise yaklaşık 20 bin yılda oluşuyor ve ne yazık ki bugün erozyon sonucu Türkiye’nin tarım toprak katmanı artık sadece 20 santim. Bu 1950’den bu yana uygulanan yanlış tarım ve sulama politikalarının bir sonucu. 12 bin yıldır tarım yapılan bu topraklarda 11 bin 940 yıl toprak kaybedilmemiş, ama son 60 sene içinde endüstriyel tarım sebebiyle tarım toprağımızın yarısını kaybetmiş durumdayız. Böyle gidersek 2055’te Türkiye’de ne buğday yetiştirebileceğiz ne de armut. Buğday olmazsa ekmek olmaz ama armut olmazsa da olur tabi.
Bu durum yanlış tarım politikaları sonucu gelinen nokta. Bir de doğanın kendisinin yol açtığı olumsuzluklar var. Buna ‘’Küresel Isınma’’ diyorlar. Tarım topraklarımızın yok oluşunun farkına varamayız belki ama sıcaklıklar her yıl artıyor, bunun farkındayız. Türkiye’de durum böyle de Orta doğu ve Afrika’da çok mu farklı? Zaten adamlar yanıyor, hava ısısının artışı doğal olarak en çok oraları etkiliyor.

Peki Türkiye çöl olma yolunda emin adımlarla ilerlerken Afrika’ya ne mi olacak?
Afrika yaşanmaz hale gelecek. Bu sebeple kitlesel bir göç dalgası yaşanacak güneyden kuzeye... Ve geçiş noktası da Türkiye olacak. Yani sadece kuraklık ve kıtlıkla değil, bir de göçle mücadele etmek zorunda kalacağız ortada. Avrupa Birliği sınırlarına duvar çekmeye başladı.  Frontex adında bir örgüt kuruldu 2005 yılında. Bu örgütün emriyle her gece İspanya donanmasına ait bir gemi Atlantik Okyanusu’na, bir gemi de Akdeniz’e açıldığı söyleniyor ve Afrika’dan gelen göçmen kayıklarını kovalıyor. Buldu mu ne mi yapıyor? Buldu mu ne yapıyor tartışmasına 2005 yılında medeni İngiltere ‘Batırsın’ yanıtını veriyor...


Mülteciler Avrupa’ya göç yolu bulamayınca Türkiye’ye yönelecekler. Türkiye’de n başka gidecekler yerleri yok, Türkiye’den başka onlara kapısını açacak bir ülke yok. Bizim barındırmamız ve beslememiz gerekecek, zira Cenevre Anlaşması’na göre en az altı ay bu göçmenlere bakmak zorundayız.

Türkiye’de ortalama 1.5-2 derecelik bir ısı artışı bekleniyor 2055 yılına kadar, Marmara ve Karadeniz kıyıları dışında tarım yapmak mümkün olmayacak. Türkiye zaten tarım arazilerinin yüzde 50’sini kaybetmiş durumda. Erozyon bu hızla sürerse, ‘’küresel ısınma’’nın da etkisiyle 40 yıl sonra Türkiye’de tarım toprağı kalmayabilir. Çünkü ortalama 2 derecelik bir ısı artışıyla tahıl üretimi ortadan kalkıyor. Peki neresi tarım için elverişli hale geliyor? Kaçmayı düşünenler için söyleyeyim; Sibirya. Sibirya’da iklimde 2 ile 4 derece artış olacak. Yani bugünkü Sibirya geleceğin tarım alanları olarak öngörülüyor. 2065’te Afrika hiç yaşanamayacak bir kıta gibi görünüyor. 2095’te ise Afrika tümüyle terk edilmiş bir kıta olmak zorunda kalacağı söyleniyor araştırmalar sonucunda. Dünya genelinde insan müdahalesi sonucu 48 milyon kilometrekare tarım arazisi çölleşmiş. 110 ülke çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya. Zaten uluslar arası alanda tanınan 194 ülke var, yarısı çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya.

BM’nin  İklim Paneli’nin hazırladığı 2025 ve 2035 yılı ısınma haritalarına Afrika açısından bakacak olursak aşağı yukarı 1.5-2 derecelik bir ısı artışı olacak. Bugün hâlâ Sudan’da Güney Darfur’da ve Batı Afrika’da bazı bölgelerde tarım yapılabiliyor ama çok kısa bir zaman sonra 2035’te yani 20 yıl sonra tarım için elverişli olmayacağı öngörülüyor.

1.5 – 2 derecelik ısı artışıyla böyle şey mi olur canım? Bak din kardeşim; Şu anda dünyanın yaz-kış, gece-gündüz ısı ortalaması 16 derece. 1.5 derecelik bir ısı artışı dendiğinde, bu ortalama ısının 1.5 derece artacağı anlamına geliyor. Orta yaz ısısı olarak ele alındığında gündüz 8-10 derecelik bir artış anlamına gelir ki, bu da kavurucu, çöl sıcakları demektir. Yani Suudi Arabistan sıcaklarını biz burada yaşayacağız Türkiye’de. Yani bu da Türkiye’nin güneyinde artık tarım yapılamayacağı anlamına gelir. Türkiye’de Akdeniz kıyılarında yaşanan sıcaklıklar ise Karadeniz kıyılarına kayacağı ön görülüyor.


Raporlara göre dünyada yaklaşık 1 milyar civarında aç insan var. Biliyoruz ki bunların yaklaşık 950 milyonu Afrika ve Asya’da yaşıyor. ‘’Küresel ısınma’’ sonucu açlık daha da artarsa buradaki insanlar göç  etmek mecburiyetinde kalacaklardır. Peki nereye? Sömürü sonucunda zenginleşmiş yamyam Batı’ya!

Avrupa’ya göç etmenin yolları şu şekilde:

1- Kuzey Afrika’dan İtalya ve Malta’ya: Bu güzergâh, 2013’ten beri AB’ye kaçak göçün ve mülteci akınının merkezlerinden. Daha çok Sahra altı Afrika ülkeleri, Libya, Suriye ve Irak’tan kaçanlar kullanıyor. Frontex’e göre geçen yıl 170 bin 800 göçmen bu güzergâhı kullandı, bu yıl 1 milyona yakın göçmen bekleniyor.

2-Türkiye’den Yunanistan ve Bulgaristan’a: Midilli, Sakız, Kos ve Samos adaları başta, Türkiye kıyılarına yakın Yunan adaları göçmenlerce en çok kullanılan güzergâh. Çoğunluğunu Suriyeli, Iraklı, Afgan ve Somalili göçmenler oluşturuyor. Yunanistan’a ulaşanların büyük bir kısmı buradan Sırbistan’a ve Macaristan’a, oradan da Almanya başta Batı Avrupa ülkelerine göç ediyorlar.

3- Kuzey Afrika’dan İspanya’ya: Bu güzergâhı kullananların büyük çoğunluğu; Fas sınırında İspanya’nın Kuzey Afrika’daki toprağı olan Ceuta ve Melilla’dan yola çıkıp Cebelitarık Boğazı’nı geçerek İspanya’ya ulaşıyorlar.

Dünya şöyle bir meseleyle karşı karşıya; Cenevre Anlaşması’na göre göç eden bir mülteci en az 6 ay süreyle beslenmek, barındırılmak zorunda ve bu 6 ayın sonunda geldiği ülkedeki yaşam koşulları elverişli değilse asla geri gönderme şansınız yok. Yani açlık dolayısıyla bir insan göç etmiş, mülteci olmuşsa kesinlikle sınır dışı edemiyorsunuz. Cenevre Protokolü bunu söylüyor. Bu, AB ülkeleri için de geçerli tabi sadece bizim için geçerli değil. Örneğin Libya’dan İtalya’ya bir mülteci gelmişse, onu sadece İtalya değil, tüm AB ülkeleri beslemek ve barındırmakla yükümlü. En azından barınma ve beslemek zorunda. Euro Asia’nın 2011 raporuna göre, önümüzdeki birkaç yıl içinde Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya 1 milyon insanın göç etmesi bekleniyordu.  Zaten bütün bunları yaşanacağı çok önceden bilindiği için adamlar AB içinde bir örgüt kuruyor. Örgütün adı: Frontex. Frontex AB’nin dış sınırlarını korumak için 2005 yılında kurulmuş bir örgüt. 2005 yılında bu örgüt kurulduğunda, Strasbourg’ta yapılan toplantıda Frontex polisleri, “Biz göçmen kayıklarıyla karşı karşıya gelirsek ne yapalım” diye sorduğunda İngiltere “Batıralım” yanıtını verdiği söyleniyor. Medeni diye övünen sömürücü yavşak AB,  mültecilere bu gözle bakıyor. Fransa’daki o patlamalar silahlı saldırılar boşuna yapılmadı. Bu saatten sonra İngiltere’ye, Fransa’ya, İtalya’ya, Belçika’ya, Almanya’ya kim alacak gariban göçmenleri? Devletler zoraki alsa bile görecekleri muameleleri kestirebilecek hayal gücüne Yılkı alan herkes sahiptir zaten söylemeye gerek bile yok.
Tabi şöyle bir şey de var; bugün Afrika’da küresel ısınmaya bağlı açlık olmasının sebebi, son 200 yıldır kuzey yarıkürenin yani Amerika’nın ve Avrupa’nın endüstrileşmesidir. Yani bugün göçmen kayıklarını batıralım kararını alanlar o insanların zaten göçmesine neden olmuş ülkelerdir. Eğer endüstrileşme sonucu ‘’küresel ısınma’’nın etkisi bu kadar olmasaydı Afrikalılar da kendi topraklarını terk etmek zorunda kalmayacaktı. Sanayileşmeyle birlikte 19. yüzyılda ağırlıklı olarak kömür kullanıldı. Daha sonra da yine bir fosil yakıt olan petrolün kullanılmasıyla atmosfere salınan karbondioksit miktarı ciddi şekilde arttı. Bu konunun uzmanları ‘’küresel ısınma’’nın başlıca nedeni olarak karbondioksit salınımının olduğunu söylüyorlar.
Geçen sene toplam 22 bin "düzensiz göçmen kurtarılırken" bu sayı bu yılın daha ilk 7 ayında 27 bine ulaşmış. Havaların daha da ısındığı ve seyahatin kolaylaştığı Temmuz ayında bu sayı 10 bin olduğu söyleniyor.

Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) verilerine göre savaş, çatışma, işkence ve kötü muamele nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan insan sayısı 2014 yılı sonu itibarıyla tüm dünyada 59 milyonu aştı. Avrupa Birliği’nin (AB) sınır kontrolünü yapan örgüt Frontex’e göre de 2015 yılının ilk altı ayında Avrupa’ya giriş yapan göçmen sayısı geçen yıla kıyasla yüzde 149 oranında artarak 153 bine ulaşmış durumda. O duvarları boşuna örmediler. O bambalar boşuna patlamadı Fransa’da. İngiltere de bile patlar o bombalar. Bir de Rusya’da patlarsa…

Yılkı Dergisinin 6. sayısında yayınlanmıştır.*